Sevgi ve dostluklar iki kısımdır. Bunlardan bir kısmı nefis için, bir kısmı da Allah içindir. Emredilen ve ahirette faydalı olduğu bildirilen Allah için olan sevgi ve dostluktur. Sevgi ve dostluk, sevenle sevilen arasında mevcut olan fıtrat benzerliği, inanç birliği veya çıkar ortaklığından ileri gelir. Bundan dolayıdır ki, iyiler iyileri, kötüler de kötüleri sever ve dost edinirler. Bu mânayı anlatmak için şöyle denilmiştir:
"Mümin bir kimse, yüz münafıkla bir tek müminin bulunduğu bir meclise girse, oradaki müminle ülfet ve ünsiyet kazanır; bir münafık da yüz müminle bir münafığın bulunduğu meclise girse, oradaki münafıkla yakınlık ve dostluk kurar."
Bu örnek de gösteriyor ki, insan ancak kendi tabiat ve yaradılışında olan veya kendisiyle aynı fikir ve inancı paylaşan kimselere meyleder ve onlara ilgi duyar. Bu sebepten dolayı şöyle denilmiştir:
"Sen ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, kimleri sevdiğine bak."
Hayır ve tâata vesile ve vasıta olan şeyleri sevmek de Allah içindir. Servet, maddî imkân ve ikbâl da iyiliğe hizmet ederlerse sevilebilirler. Aynı şeyi sevmek niyete göre, Allah için de, nefs için de olabilir. Örneğin ilim, Allah Teâlâ'yı tanımaya, kelâmını anlamaya, emirlerini doğru uygulamaya vesile olması sebebiyle sevilirse, bu sevgi Allah için olur. Bu durumda, ilim öğrenmek, onu öğretmek ve ona hizmet etmek sâlih ameller ve makbul tâatlar cümlesinden olur. Fakat o, kişisel şöhret, dünyevî ikbal ve basit çıkarlara vesile olduğu için sevilirse, bu sevgi nefs hesabına olur ve hiçbir kıymeti bulunmaz.
Allah için sevmekte ahiret ve sevap mülâhazası yanında, dünyaya ait hiçbir mülâhazanın yer almaması şart değildir. Bu sebeple, örneğin bir insan kendi eşini severken, bu sevginin sebebi olarak onun kendi namusunu korumasına vesile olması, kendisini şeytanî arzulardan uzaklaştırması ve ondan hayırlı bir nesil beklenmesi gibi ahirete yönelik düşüncelere ek olarak, onunla beşerî ihtiyaçlarını karşılamasını düşünmesi de câizdir. Mal ve evlât sevgisinde de durum budur. Bunlara yönelik sevgide de ağırlıklı unsur ahiret mülâhazası olduğu takdirde, bu sevgiye beşerî ve fıtrî bazı meşru mülahazaların katılması onu Allah için olmaktan çıkarmaz. Ancak, altının ayarı onun saflığıyla yükseldiği gibi, niyetlerin de sadece Allah için olması sevginin kalitesini yükseltir. Allah için olmayan sevgi ise, bütünüyle dünya ve nefs için olan sevgidir.
İslâm dini dünyaya yararlı olan şeylerin sevgisini şartsız olarak kötülememiştir. Çünkü, bunları sevmek insanın fıtratında vardır. İslâm dini de, fıtratı korumuş ve ona yer vermiştir. Onun için kötülenen şey, sevginin tamamen nefs hesabına olmasıdır.
Allah Rasûlü (sa) duâlarında ahiret yanında dünyaya da yer vererek şöyle demiştir: "Allah'ım! Senden, bana dünya ve ahiretin şeref ve itibarını kazandıran bir rahmet isterim." (Tirmizî)
"Allah'ım! Beni hem dünya, hem de ahiretin belâlarından koru." (Ahmed)
"Allah'ım! Düşmanımı üstüme güldürme; dostumu hâlime acındırma, dinime musibet koyma, dünyayı da benim için en büyük maksat hâline getirme." (Tirmizî)
Bu duânın son cümlesi özellikle dikkat çekicidir. Çünkü Allah Rasûlü (sa), burada "Dünyayı hiç aklıma getirme." dememiş, "Onu, benim için en büyük gaye hâline getirme." demiştir. Bu o demektir ki, dünya ikinci derecede bir maksat ve bir vesile olarak ahiret mülahazasıyla birlikte düşünüldüğü zaman zarar vermez.
Allah için sevmek, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerde bulunur ve bu imanın kuvvet ve zayıflığına göre kuvvetli veya zayıf olur. Öyle ki, bu iman tamamen kaybedilse, o sevgiden de eser kalmaz.
Allah için sevmek Allah'ı sevmenin meyvesidir. Allah'ı sevmek ise, ileride açıklanacağı üzere, iki sebeptendir. Birinci sebep, O'nun emsalsiz ve kusursuz büyüklüğü ve yüceliğidir. Bu sebeple Allah Teâlâ'yı sevmek âlimlerin sevgisidir. Çünkü âlimler, Allah Teâlâ’nın yüceliğini ilim vasıtasıyla öğrenir ve O'na katıksız ve hâlis bir muhabbet besleyip huşû' duyarlar. İkinci sebep ise, Allah Teâlâ’nın ahirette kullarına va'dettiği cennet ve dünyada verdiği çeşitli nimetlerden dolayıdır. Ahiret ve cennetin hak, dünya nimetlerinin de Allah Teâlâ tarafından verildiğine iman eden bir kimse, bu sebeple O'nu sever.
Allah Teâlâ'yı seven bir kimse, O'nun sevdiklerini de sever. Bu yüzden bu kimse, insanlar içinde, Allah Teâlâyı seven ve O'nun tarafından sevilen kimseleri sever. Diğer şeylerden de Allah Teâlâ’nın râzı olduğu kısmı sever. Mümin-kâfir, iy1-kötü ayırımı yapmadan herkesi ve her şeyi sevmek Allah için sevmek değildir. Çünkü Allah Teâlâ’nın kendisi kâfir, fâcir ve zâlimleri sevmez. Zulmü, günahkârlığı ve gafleti de hoş görmez. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Allah zâlimleri sevmez." (Al-i İmrân, 40)"Allah haddi aşanları sevmez." (Bakara, 190)"Allah kibirlenenleri sevmez." (Nahl, 23)
Peygamberin ashâbını övmek sadedinde de şöyle buyurulmuştur:
"Allah size imanı sevdirdi ve onu kalbinizde süsledi. Küfür, fâsıklık ve günah işlemeyi de size nefret ettirdi. Bu vasıfta olanlar doğru yoldadırlar." (Hucurât, 7)
Hakikat bu olunca, "Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek" sözü, sevilmemesi gerekenleri de sevmek anlamında değildir. Bu söz, sevdiklerini Allah için sevmek anlamındadır. Allah için sevmek ise, sadece iyi insanları, doğru işleri ve masum tabiatı sevmektir.
Kâfir ve kötü kimseler hakkında meşru olan tutum ise, onları sevmek değil, kendilerine acımaktır. Hakikaten de, ebedî ve bitmez azaplara aday olan bu biçareler acınmaya müstahaktırlar.
KAYNAK
İHYÂ-U ULÛMİDDİN